Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
- Aklın tutsağı, bilginin hamalı olarak sürdü geldi hayat.
‘Vaktiniz geldi, hazırlanın’ denilince, heybemizi alıp gideceğiz…
Sanatta ‘koskoca bir hiç olma’nın serüvencisiyiz.
İnsanoğlu dediğin bu kadar! İyi bir hikâye bırakıp gidebilmektir maksudumuz.
Şiir yazma biçiminizi anlatır mısınız? Şiirin mutfağı sizde nasıldır?
- Aristoteles gibi söylersek: “Her şairin bir karakteri, eyleme dahli ve eylem özgünlüğü olmalı.” Bir öyküsü olmalı şairin.
Şiir: Estetik donanımıyla, poetik bilgi ve örgüsüyle, ironi zekasıyla, aklın nesnesiyle; kolaydaki ‘zor’u, anlatıda basit olmayanı, sadelikte ‘zorlu’ olanı, ilk okunuşta kendini kolay ele vermeyen bir zeka oyunudur.
Karakterler, olaylarını, olayların örgü ve öykülerini; dil nesnesiyle, dilin kullanımıyla, akletmesiyle, düşüncesiyle, görselliği ve ritmiyle (melodisiyle) şiirini inşa eder.
Orhan Veli, yaşanan şeylerin yaşamın taklidinden ibaret olduğunu, şiirde taklit nesnesinin orijinalliğinden söz eder.
Ne kadar iyi intihal ediyorsan o kadar başarılısın anlamına mı geliyor? Uzun bir hikaye.
Mevlâna’ya atıfla: Her gün şiire ilk gün hevesiyle başlamak ne güzel, merak etmenin, denemenin, yeni şeyler düşünmenin, okumanın heyecanını yaşamak ne iyi. Yaşama acemiliklerimin keyfini sürmek ne hoş…. “Yeni şeyler söylemek lâzım!”
Günümüz şiirlerinin sorunları nelerdir? Çözüm ne olabilir? Şiirimizin bugünkü durumu hakkında neler dersiniz?
- Şiirde; özünü, bilgisini, estetiğini, bütünlüğünü, musikisini çözümleyememiş, dünya sorunlarından kaçan bir metnin şiiriyeti her zaman iki temel sorun olarak görülmüştür. ‘Birincisi; aksayan, gevşek örgü, ikincisi; içi boş, özünü yitirmişlik’.
Şiire eylem şeklimi dönüştürerek zaman zaman eleştiren ve ‘okur’ gibi yaparak yaklaşıyorum. Bu fiilin (şiirin) varsıllığını anlamak için, failin (şairin); eyleme taşıdığı nesnenin poetik dilinden, duruşundan (hayat algısı), yeniliğinden, öz ve biçim uyumundan konuşmak önceliği ile, derdi, diyeceği olmayan, dertlenmeyen neden şiir yazsın ki?
Günümüzde gelenekten kopuk, acelesi olan, sabırsız bir kuşak geliyor. Bu dalgalı yaşam şiire ivme kazandırabileceği gibi, her şeyi dijital mecrada yapay zekasına yoğunlaştıran kuşağın marazi duygu yoğunluğu ile ‘duygu’dan uzak dikkat dağınıklığı bela olacak gibi görünüyor.
Dergi takip ediyor musunuz? Hangi dergilerde yazdınız/yazıyorsunuz? Dergilerdeki şiirler üzerine neler söylersiniz?
- Kısmen, ulaşabildiğim kadarıyla takip ed(ebil)iyorum. Vaktiyle hiçbir mevkuteyi kaçırmazdım. Önemsediklerimi takip ediyorum.
Kendi dergim ‘Mor Taka’ olmak üzere, geçmiş zaman içinde edebiyatımızda söz sahibi olan birçok dergide yazdım.
Günümüzde matbu ve internet e-dergi yayıncılığı sürerken; niteliği tartışılabilecek, neden çıktığının farkında olmayan çok fazla dergi yayımlanıyor. Asıl sorunsal otorite olarak niteleyeceğimiz dergilerin azlığı olsa gerek.
Dergilerdeki şiir seçimini eleştirmek için öncelikle iğneyi kendime batırmam lazım.
Mor Taka’ya gençlerden beğendiğim şiirlerle buluşuyorum. Öte yandan ‘ismi, şanı olan’ ağır topların vasat şiirleri de geliyor. İsimleri kapatsak bir kısmı yayınlanamayacak kadar garip… Bu son sorunuzun yanıtı olsun..
Hikâye / öykü türü günümüzün popüler edebiyat türleri arasında. Şiire ilginin az olduğunu düşünüyor musunuz? Evet ise neden?
- Şiire ilginin az olduğunu hiç düşünmedim. Aksine, nitelik sorunsalı bir yana Anadolu’da her taşın altından bir şair çıkıyor. Bu nicel zenginlik zaman içinde farkındalık oluşturan şairini mutlaka çıkaracaktır. Lâkin; zaman, bu zaman değil!.. Hikâye yayıncılığı dar alan röveşatalarıyla garipliklere oynuyor. Çok fazla üretim var. Hepsini takip etmek mümkün olmasa da; Beni etkileyen, yenilikçi, plastik yapısı zengin hikâye okumayalı çok zaman oldu. Bu yoksullaşmaya deneme ve günlük alışkanlığının azlığı bir etken olsa gerek. Tarz ve kan bağı uyuşmazlığından olsa gerek yazılanların (günümüz vitrindekileri dâhil) estetiğini tartışabiliriz.
Asıl sorun şiirde olduğu gibi hikâyede de ciddi bir eleştiri müessesesinin, seçki bilincinin olmayışını görüyorum. Ciddi, taramalardan mahrum seçki ve antolojiler yapılıyor. Kuşatıcı özelliği olmayan zaaflı, özentisiz işler.
Şiir sadece bireysel bir düşünüşün eseri mi yoksa toplumsal olay ve olgular da aynı oranda etkili midir?
-Kendimizi ne bireysel zihin yolculuğundan, ne de toplumsal olay ve çalkantılardan soyutlayamayız. Şiir toplumsal bir vaka ise, şair öznesi şüphe yok ki yaşadığı, tanık olduğu dünya sorunsallarını, sevincini, ütopyasını ve diğer halleri şiirine malzeme yapacaktır.
Şiir ve şuur arasında birbirini etkileyen ya da tetikleyen bir ilgiden söz edebilir miyiz? Toplumun akıbeti açısından şiiri değerlendirmek mümkün müdür?
-Şuuru; bilinç, izan, idrak, anlayış, akıl olarak tanımlarsak farkındalığın ayırtı diye sözü kurmak yanlış olmaz. Yaşanmışlığın, deneyselliğin, algıların, anıların ve en önemlisi bilginin eksik olduğu zihnin yetkin bir şiiri üretmesi nasıl olur?
Şairin en temel sorunsallarından başında; zihin yolculuğunu, ciddiyet, estetize etme eksikliği geliyor. Resim yaparken de böyledir, hikâye yazarken de, çeliğe su verirken de.
‘Toplum’ derken hangi kategoriden söz ediyoruz? Şuaramız şiir okumayan sadece yazan bir güruhtur. Öte yandan şiir okuyan kaç tane esnaf gördünüz, kaç tane müdür, kaç tane edebiyat öğretmeni, prof., bakan, vekil, devlet başkanı?..
Duygularına tercüman arayan gencimsiler, ‘kopyala-yapıştır’ kullanımları dışında, şiiri pek de iplemiyor.
Şairlere gelince; dergilerde sadece, yayınlanırsa kendi şiirlerini bilmediği bir metinmiş gibi özenle okuyorlar.
Sayıları çok azınlıkta olan şairi ve şiir okurunu veresiye defterinden düşersek, kitap satışları toplumumuzdaki okur profilini açıklıyor. Kaç şairin kitabı bin adet satıyor? Türkiye’de yüz binleri bulan şiir yazarı olduğunu düşünürsek vahim bir tablodur bu. Şiirimizin genel karakterini bu okumazlıktan çıkarabiliriz.
Aramızda sır kalsın: Toplumun akıbetine şiirin tesir etmesi mümkün değildir. Türkiye profilindeki tesiri Arap cahiliye dönemindekinin binde biri kadar olsaydı keşke.
Şiirin metropol ya da taşra ile bağı nedir? “Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır”?
- Metropollerde yaşayanların ‘kentli/şehirli’ olma farkındalığı var mı? Metropolde yaşayan insanoğlu modern yaşamın hezeyanlarından ve nimetlerinden faydalanabildiği için daha mı kaliteli donanıma sahip?
Metropolde yaşamanın artısı olarak; daha çok sanatçı ile kurulabilecek temas, sanat tartışmaları, sanat matineleri, kaynaklara daha rahat ulaşmak düşünülebilse de, metropol kaosmosu çok parçalı zihne uzun vadede üretim zafiyeti getirebilmekte. Kallavi şiir yazmayı poetik bilinç donanımıyla doğru orantılı bir iş olarak düşünüyorum. Bunun için mekânı ne kadar önemli? Tam bu noktada münzevi yaşamın artısı olsa gerek. Şiiri yazdıran akıl ve poetik donanımdır.
Şiirde kuşak kavramı üzerine değerlendirme yapmak ister misiniz? Bu konuda neler söylersiniz?
- Her on yılda doğum tarihleri yakın olan genç kuşağın, böylesi sınıflamadan söz konusu etmesi modaydı. Kendi adıma bu toplaşmaların saygın “temsil değerlerinin” olmadığıdır. En azından son yarım asırdır böyle.
Toplulukların (kuşak toplaşmalarının) oluşma sürecine baktığımızda, iz bırakan toplumsal hareketlerin, değişimlerin akımlarda etkin olduğunu görüyoruz. Bireysel çıkışlar olsa da 2.yenidan sonra ayırtı olan, kalıcı bir şiir hareketi olmadı. Zorlama ve dayatma biraradalıklar her biri farklı tarzda düşünen zoraki buluşmalar olmuştur. Bu birliktelikler birbirlerini onere edip vitrine koyması ve laf ebeliği dışında pek işe yaramadı. Misyonları ve süreklilikleri de olmadı.
Genç kuşağın zaman zaman keyif veren şiirlerini okuyorum. İstikrar ve devamlılık sorunsalları var onların da.
Şiir eleştirisi var mı günümüzde? Bir şiir eleştirisi nasıl olmalıdır? Bu alanda dikkatinizi çeken isimler kimler?
Hangi eleştiri? Böyle bir soruyla başlamak lazım. Sanatı hangi pencereden görüyoruz?
Edebiyatımızda eleştiriler daha çok polemiklere evirilmekle, düşman kazanmakla sürdü geldi. Eleştirmenlik önemsenen, profesyonel bir müessese olmalı. Zarını atan eleştirmenler yetişmiyor. Çok parçalı, paslaşarak, münferit sürüyor. Günümüzde, bu işi meslek edinen ciddi bir isim yok.
‘Edebiyat kuramı’ çatısı altında yapılan üst metin çalışmalarını sınıflamaya çalışırsak; öznel (izlenimci), bilimsel (nesnel), biyografik, sosyolojik, ideolojik (Marksist), psikolojik, tarihsel, çoğulcu eleştiriler yapıldı. Şüphe yok ki şiir okuru gibi eleştirisinin de bilinçli bir muhatabı, okuru olması şiirin gelişmesi için önemlidir
Türk şiirinde üst metinleriyle akıllarda kalan eleştirmenlerden: Tanpınar, Ataç, Memed Fuat, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk, Mehmet Kaplan, Mehmet H.Doğan, Ahmet Oktay, Doğan Hızlan, gibi isimleri ilk aklıma gelenler…
Eleştiride süreklilik oluşturacak bir gelenekten söz edemiyoruz. Ne hikmetse eleştiri yapan birçok isim daha sonraları aşırı yüklenmelerden gına gelip eleştiri yazıları yazmaktan vazgeçmeleri manidardır.
Nasıl demek lazım? Düşman mı kazanmak istiyorsan eleştirmen ol! Her ne kadar da; “birey olmanın yolu düşman kazanmaktan” geçse de bu ağır bedelin yüküne katlanmak kolay iş olmasa gerek.
Şiir, kurucu bir unsur olarak geçmişten günümüze birçok toplumun duygu ve düşünce bütünlüğü içerisinde hareket etmesini sağlayan bir etkiye sahip tür. Bu bakımdan şiirin kurucu rolü üzerinden kültür ve medeniyet okumaları nasıl yapılabilir.
- Şiire yüksek payeler vererek misyonunu çok önemsiyor ve abartıyoruz galiba. Şiirin tarihsel taşıyıcılığına sözüm yok fakat tablet olmaktan öte etkisi nereye kadar? Bu işi Bolşevik yanlısı şairleri etkin bir şekilde kotardı. Şiir sloganı yorulmadan taşıyordu, lâkin şiir yoruluyordu.
Bırakalım: “Şiir hikmet erbaplarının refiki” olarak kalsın.
Şiirde usta-çırak ilişkisi bağlamında bu ilişkinin eğitim-etki/gölge riski üzerine neler düşünürsünüz?
- Tanpınar bir gün hocası Yahya Kemal’e utana sıkıla şiirini uzatır. Yahya Kemal, Tanpınar’ın şiir yazmasını küçümser: “Bu ne Hamdi, ben şiir yazıyorum ya!” minvalinden sözler sarf eder.
Hep kavgayla biter bu minval birliktelikleri. Usta-çırak ilişkisinde Hilmi Yavuz’un hocası Behçet Necatigil’e olan sevgisi ve saygısı örnek teşkil edebilse keşke.
İnsan fıtratı bu ya; hiçbir hoca öğrencisinin kendinden daha başarılı olmasını kabullenemez. Boynuz kulağı geçmesin mi? Çırak kanatlanıp uçmaya geçtiği zaman yollar ayrılır. Kimse kimseye nihai olarak bende olamaz zaten. Kopmalar bazen ustanın kıskançlığı, bazen de çırağın densizliği ile oluşur. Sürekli birliktelik benzeşme ve intihal sinyalleri verir zaten. Çırak ustanın etkisinden kurtulup tarikini kurabilirse gelenek tekabül eder.
- Folklor deyince aklımıza gelen ilk kavram ‘anonim’di. Cemal Süreya folklor ögelerinin imge derinliğinin olmayışını varsayarak, yeni şiir dili arayışlarını canlı tutan daha dinamik bir şiiri öngörüyordu.
Cemal Süreya, ‘’Folklor Şiire Düşman’’ adlı yazısında folklora, halk deyimlerine yer veren şairleri eleştirmiştir. “Çağdaş şiirin kelimeleri sarstığından. Yerlerinden, anlamlarından uğratıldığından söz ediliyor...” Folklor ögelerine, halk deyimlerine şiirlerinde fazlasıyla yer veren şairlerin (Orhan Veli, Oktay Rifat, Bedri Rahmi, Melih Cevdet, Attila İlhan…) kısır bir döngüde oldukları, folklorda şiirin bugünkü modern çağdaş, niteliğini taşıyacak yeti olmadığını söyler.
Bu köşeli sert çıkışa uzun süre itiraz etmiştim. Şiir sınırlanacak bir ‘şey’ değildir.
Gelenek ve metinlerarası ilişkileri bu bağlamda nasıl değerlendirebiliriz?
Entelektüalizm belalı bir şey vesselam.
Roman, hikâye/öykü yazarların birbirleriyle çekişmeleri pek gözlemlenen bir durum değilken şairlerin çekişmeleri, Türk edebiyatında en sık rastlanan bir durum olarak görülmektedir. Şiirin ve şairlerin çekişmeleri hakkında neler söylersiniz?
- İnsanın olduğu her yerde çekişme-kavga vardır. İroniyle söylersek; yazarlar zaten birbirlerini pek okumuyorlar, çekişme zemini zaten uzak ihtimal. Her iki kulvarda da edebiyat tarihine geçen büyük kavgalar olmuştur. Geçmişte kavgaların nedenlerine baktığımızda ideolojik tartışmalar ana tema idi. Şairler daha hassas oluyor galiba. Çeteleye dâhil edilmemek, yok saymak, beğeni sorunsalı ve eleştirmek gibi nedenlerle kısır tartışmalar kaçınılmaz oluyor.
Eski-yeni tartışmasında Ziya Paşa’nın kadim şiir anlayışını savunan ‘Harabat’ adlı eseri Namık Kemal’in, ‘Tahribi Harabat’ta ağır eleştirisine maruz kalıyordu. Tanzimat' tan sonra
Şinasi'nin dil tartışmaları, Recâi-zâde Ekrem ile Muallim Nâci arasında, şiir dili ve nazım tekniği tartışmaları, Yahya Kemal’in övgüsüne mazhar olan Ahmet Haşim önceleri sıkı dosttur. Yahya Kemal, Haşim’in şair olmadığını söyleyince araları açılır, Yahya Kemal’in kavgası Haşim ölünce de sürer.
Yine önceleri sıkı arkadaş olup dostluk diyotları yanan kavgalı Peyami Safa ve Nazım Hikmet, Can Yücel ve Edip Cansever, Necip Fazıl Kısakürek ve Nazım Hikmet’in polemiklerini bilmeyen yoktur.
Bu günümüzde de sürüyor, sürecek besbelli.
- Aklın tutsağı, bilginin hamalı olarak sürdü geldi hayat.
‘Vaktiniz geldi, hazırlanın’ denilince, heybemizi alıp gideceğiz…
Sanatta ‘koskoca bir hiç olma’nın serüvencisiyiz.
İnsanoğlu dediğin bu kadar! İyi bir hikâye bırakıp gidebilmektir maksudumuz.
Şiir yazma biçiminizi anlatır mısınız? Şiirin mutfağı sizde nasıldır?
- Aristoteles gibi söylersek: “Her şairin bir karakteri, eyleme dahli ve eylem özgünlüğü olmalı.” Bir öyküsü olmalı şairin.
Şiir: Estetik donanımıyla, poetik bilgi ve örgüsüyle, ironi zekasıyla, aklın nesnesiyle; kolaydaki ‘zor’u, anlatıda basit olmayanı, sadelikte ‘zorlu’ olanı, ilk okunuşta kendini kolay ele vermeyen bir zeka oyunudur.
Karakterler, olaylarını, olayların örgü ve öykülerini; dil nesnesiyle, dilin kullanımıyla, akletmesiyle, düşüncesiyle, görselliği ve ritmiyle (melodisiyle) şiirini inşa eder.
Orhan Veli, yaşanan şeylerin yaşamın taklidinden ibaret olduğunu, şiirde taklit nesnesinin orijinalliğinden söz eder.
Ne kadar iyi intihal ediyorsan o kadar başarılısın anlamına mı geliyor? Uzun bir hikaye.
Mevlâna’ya atıfla: Her gün şiire ilk gün hevesiyle başlamak ne güzel, merak etmenin, denemenin, yeni şeyler düşünmenin, okumanın heyecanını yaşamak ne iyi. Yaşama acemiliklerimin keyfini sürmek ne hoş…. “Yeni şeyler söylemek lâzım!”
Günümüz şiirlerinin sorunları nelerdir? Çözüm ne olabilir? Şiirimizin bugünkü durumu hakkında neler dersiniz?
- Şiirde; özünü, bilgisini, estetiğini, bütünlüğünü, musikisini çözümleyememiş, dünya sorunlarından kaçan bir metnin şiiriyeti her zaman iki temel sorun olarak görülmüştür. ‘Birincisi; aksayan, gevşek örgü, ikincisi; içi boş, özünü yitirmişlik’.
Şiire eylem şeklimi dönüştürerek zaman zaman eleştiren ve ‘okur’ gibi yaparak yaklaşıyorum. Bu fiilin (şiirin) varsıllığını anlamak için, failin (şairin); eyleme taşıdığı nesnenin poetik dilinden, duruşundan (hayat algısı), yeniliğinden, öz ve biçim uyumundan konuşmak önceliği ile, derdi, diyeceği olmayan, dertlenmeyen neden şiir yazsın ki?
Günümüzde gelenekten kopuk, acelesi olan, sabırsız bir kuşak geliyor. Bu dalgalı yaşam şiire ivme kazandırabileceği gibi, her şeyi dijital mecrada yapay zekasına yoğunlaştıran kuşağın marazi duygu yoğunluğu ile ‘duygu’dan uzak dikkat dağınıklığı bela olacak gibi görünüyor.
Dergi takip ediyor musunuz? Hangi dergilerde yazdınız/yazıyorsunuz? Dergilerdeki şiirler üzerine neler söylersiniz?
- Kısmen, ulaşabildiğim kadarıyla takip ed(ebil)iyorum. Vaktiyle hiçbir mevkuteyi kaçırmazdım. Önemsediklerimi takip ediyorum.
Kendi dergim ‘Mor Taka’ olmak üzere, geçmiş zaman içinde edebiyatımızda söz sahibi olan birçok dergide yazdım.
Günümüzde matbu ve internet e-dergi yayıncılığı sürerken; niteliği tartışılabilecek, neden çıktığının farkında olmayan çok fazla dergi yayımlanıyor. Asıl sorunsal otorite olarak niteleyeceğimiz dergilerin azlığı olsa gerek.
Dergilerdeki şiir seçimini eleştirmek için öncelikle iğneyi kendime batırmam lazım.
Mor Taka’ya gençlerden beğendiğim şiirlerle buluşuyorum. Öte yandan ‘ismi, şanı olan’ ağır topların vasat şiirleri de geliyor. İsimleri kapatsak bir kısmı yayınlanamayacak kadar garip… Bu son sorunuzun yanıtı olsun..
Hikâye / öykü türü günümüzün popüler edebiyat türleri arasında. Şiire ilginin az olduğunu düşünüyor musunuz? Evet ise neden?
- Şiire ilginin az olduğunu hiç düşünmedim. Aksine, nitelik sorunsalı bir yana Anadolu’da her taşın altından bir şair çıkıyor. Bu nicel zenginlik zaman içinde farkındalık oluşturan şairini mutlaka çıkaracaktır. Lâkin; zaman, bu zaman değil!.. Hikâye yayıncılığı dar alan röveşatalarıyla garipliklere oynuyor. Çok fazla üretim var. Hepsini takip etmek mümkün olmasa da; Beni etkileyen, yenilikçi, plastik yapısı zengin hikâye okumayalı çok zaman oldu. Bu yoksullaşmaya deneme ve günlük alışkanlığının azlığı bir etken olsa gerek. Tarz ve kan bağı uyuşmazlığından olsa gerek yazılanların (günümüz vitrindekileri dâhil) estetiğini tartışabiliriz.
Asıl sorun şiirde olduğu gibi hikâyede de ciddi bir eleştiri müessesesinin, seçki bilincinin olmayışını görüyorum. Ciddi, taramalardan mahrum seçki ve antolojiler yapılıyor. Kuşatıcı özelliği olmayan zaaflı, özentisiz işler.
Şiir sadece bireysel bir düşünüşün eseri mi yoksa toplumsal olay ve olgular da aynı oranda etkili midir?
-Kendimizi ne bireysel zihin yolculuğundan, ne de toplumsal olay ve çalkantılardan soyutlayamayız. Şiir toplumsal bir vaka ise, şair öznesi şüphe yok ki yaşadığı, tanık olduğu dünya sorunsallarını, sevincini, ütopyasını ve diğer halleri şiirine malzeme yapacaktır.
Şiir ve şuur arasında birbirini etkileyen ya da tetikleyen bir ilgiden söz edebilir miyiz? Toplumun akıbeti açısından şiiri değerlendirmek mümkün müdür?
-Şuuru; bilinç, izan, idrak, anlayış, akıl olarak tanımlarsak farkındalığın ayırtı diye sözü kurmak yanlış olmaz. Yaşanmışlığın, deneyselliğin, algıların, anıların ve en önemlisi bilginin eksik olduğu zihnin yetkin bir şiiri üretmesi nasıl olur?
Şairin en temel sorunsallarından başında; zihin yolculuğunu, ciddiyet, estetize etme eksikliği geliyor. Resim yaparken de böyledir, hikâye yazarken de, çeliğe su verirken de.
‘Toplum’ derken hangi kategoriden söz ediyoruz? Şuaramız şiir okumayan sadece yazan bir güruhtur. Öte yandan şiir okuyan kaç tane esnaf gördünüz, kaç tane müdür, kaç tane edebiyat öğretmeni, prof., bakan, vekil, devlet başkanı?..
Duygularına tercüman arayan gencimsiler, ‘kopyala-yapıştır’ kullanımları dışında, şiiri pek de iplemiyor.
Şairlere gelince; dergilerde sadece, yayınlanırsa kendi şiirlerini bilmediği bir metinmiş gibi özenle okuyorlar.
Sayıları çok azınlıkta olan şairi ve şiir okurunu veresiye defterinden düşersek, kitap satışları toplumumuzdaki okur profilini açıklıyor. Kaç şairin kitabı bin adet satıyor? Türkiye’de yüz binleri bulan şiir yazarı olduğunu düşünürsek vahim bir tablodur bu. Şiirimizin genel karakterini bu okumazlıktan çıkarabiliriz.
Aramızda sır kalsın: Toplumun akıbetine şiirin tesir etmesi mümkün değildir. Türkiye profilindeki tesiri Arap cahiliye dönemindekinin binde biri kadar olsaydı keşke.
Şiirin metropol ya da taşra ile bağı nedir? “Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır”?
- Metropollerde yaşayanların ‘kentli/şehirli’ olma farkındalığı var mı? Metropolde yaşayan insanoğlu modern yaşamın hezeyanlarından ve nimetlerinden faydalanabildiği için daha mı kaliteli donanıma sahip?
Metropolde yaşamanın artısı olarak; daha çok sanatçı ile kurulabilecek temas, sanat tartışmaları, sanat matineleri, kaynaklara daha rahat ulaşmak düşünülebilse de, metropol kaosmosu çok parçalı zihne uzun vadede üretim zafiyeti getirebilmekte. Kallavi şiir yazmayı poetik bilinç donanımıyla doğru orantılı bir iş olarak düşünüyorum. Bunun için mekânı ne kadar önemli? Tam bu noktada münzevi yaşamın artısı olsa gerek. Şiiri yazdıran akıl ve poetik donanımdır.
Şiirde kuşak kavramı üzerine değerlendirme yapmak ister misiniz? Bu konuda neler söylersiniz?
- Her on yılda doğum tarihleri yakın olan genç kuşağın, böylesi sınıflamadan söz konusu etmesi modaydı. Kendi adıma bu toplaşmaların saygın “temsil değerlerinin” olmadığıdır. En azından son yarım asırdır böyle.
Toplulukların (kuşak toplaşmalarının) oluşma sürecine baktığımızda, iz bırakan toplumsal hareketlerin, değişimlerin akımlarda etkin olduğunu görüyoruz. Bireysel çıkışlar olsa da 2.yenidan sonra ayırtı olan, kalıcı bir şiir hareketi olmadı. Zorlama ve dayatma biraradalıklar her biri farklı tarzda düşünen zoraki buluşmalar olmuştur. Bu birliktelikler birbirlerini onere edip vitrine koyması ve laf ebeliği dışında pek işe yaramadı. Misyonları ve süreklilikleri de olmadı.
Genç kuşağın zaman zaman keyif veren şiirlerini okuyorum. İstikrar ve devamlılık sorunsalları var onların da.
Şiir eleştirisi var mı günümüzde? Bir şiir eleştirisi nasıl olmalıdır? Bu alanda dikkatinizi çeken isimler kimler?
Hangi eleştiri? Böyle bir soruyla başlamak lazım. Sanatı hangi pencereden görüyoruz?
Edebiyatımızda eleştiriler daha çok polemiklere evirilmekle, düşman kazanmakla sürdü geldi. Eleştirmenlik önemsenen, profesyonel bir müessese olmalı. Zarını atan eleştirmenler yetişmiyor. Çok parçalı, paslaşarak, münferit sürüyor. Günümüzde, bu işi meslek edinen ciddi bir isim yok.
‘Edebiyat kuramı’ çatısı altında yapılan üst metin çalışmalarını sınıflamaya çalışırsak; öznel (izlenimci), bilimsel (nesnel), biyografik, sosyolojik, ideolojik (Marksist), psikolojik, tarihsel, çoğulcu eleştiriler yapıldı. Şüphe yok ki şiir okuru gibi eleştirisinin de bilinçli bir muhatabı, okuru olması şiirin gelişmesi için önemlidir
Türk şiirinde üst metinleriyle akıllarda kalan eleştirmenlerden: Tanpınar, Ataç, Memed Fuat, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk, Mehmet Kaplan, Mehmet H.Doğan, Ahmet Oktay, Doğan Hızlan, gibi isimleri ilk aklıma gelenler…
Eleştiride süreklilik oluşturacak bir gelenekten söz edemiyoruz. Ne hikmetse eleştiri yapan birçok isim daha sonraları aşırı yüklenmelerden gına gelip eleştiri yazıları yazmaktan vazgeçmeleri manidardır.
Nasıl demek lazım? Düşman mı kazanmak istiyorsan eleştirmen ol! Her ne kadar da; “birey olmanın yolu düşman kazanmaktan” geçse de bu ağır bedelin yüküne katlanmak kolay iş olmasa gerek.
Şiir, kurucu bir unsur olarak geçmişten günümüze birçok toplumun duygu ve düşünce bütünlüğü içerisinde hareket etmesini sağlayan bir etkiye sahip tür. Bu bakımdan şiirin kurucu rolü üzerinden kültür ve medeniyet okumaları nasıl yapılabilir.
- Şiire yüksek payeler vererek misyonunu çok önemsiyor ve abartıyoruz galiba. Şiirin tarihsel taşıyıcılığına sözüm yok fakat tablet olmaktan öte etkisi nereye kadar? Bu işi Bolşevik yanlısı şairleri etkin bir şekilde kotardı. Şiir sloganı yorulmadan taşıyordu, lâkin şiir yoruluyordu.
Bırakalım: “Şiir hikmet erbaplarının refiki” olarak kalsın.
Şiirde usta-çırak ilişkisi bağlamında bu ilişkinin eğitim-etki/gölge riski üzerine neler düşünürsünüz?
- Tanpınar bir gün hocası Yahya Kemal’e utana sıkıla şiirini uzatır. Yahya Kemal, Tanpınar’ın şiir yazmasını küçümser: “Bu ne Hamdi, ben şiir yazıyorum ya!” minvalinden sözler sarf eder.
Hep kavgayla biter bu minval birliktelikleri. Usta-çırak ilişkisinde Hilmi Yavuz’un hocası Behçet Necatigil’e olan sevgisi ve saygısı örnek teşkil edebilse keşke.
İnsan fıtratı bu ya; hiçbir hoca öğrencisinin kendinden daha başarılı olmasını kabullenemez. Boynuz kulağı geçmesin mi? Çırak kanatlanıp uçmaya geçtiği zaman yollar ayrılır. Kimse kimseye nihai olarak bende olamaz zaten. Kopmalar bazen ustanın kıskançlığı, bazen de çırağın densizliği ile oluşur. Sürekli birliktelik benzeşme ve intihal sinyalleri verir zaten. Çırak ustanın etkisinden kurtulup tarikini kurabilirse gelenek tekabül eder.
- Folklor deyince aklımıza gelen ilk kavram ‘anonim’di. Cemal Süreya folklor ögelerinin imge derinliğinin olmayışını varsayarak, yeni şiir dili arayışlarını canlı tutan daha dinamik bir şiiri öngörüyordu.
Cemal Süreya, ‘’Folklor Şiire Düşman’’ adlı yazısında folklora, halk deyimlerine yer veren şairleri eleştirmiştir. “Çağdaş şiirin kelimeleri sarstığından. Yerlerinden, anlamlarından uğratıldığından söz ediliyor...” Folklor ögelerine, halk deyimlerine şiirlerinde fazlasıyla yer veren şairlerin (Orhan Veli, Oktay Rifat, Bedri Rahmi, Melih Cevdet, Attila İlhan…) kısır bir döngüde oldukları, folklorda şiirin bugünkü modern çağdaş, niteliğini taşıyacak yeti olmadığını söyler.
Bu köşeli sert çıkışa uzun süre itiraz etmiştim. Şiir sınırlanacak bir ‘şey’ değildir.
Gelenek ve metinlerarası ilişkileri bu bağlamda nasıl değerlendirebiliriz?
Entelektüalizm belalı bir şey vesselam.
Roman, hikâye/öykü yazarların birbirleriyle çekişmeleri pek gözlemlenen bir durum değilken şairlerin çekişmeleri, Türk edebiyatında en sık rastlanan bir durum olarak görülmektedir. Şiirin ve şairlerin çekişmeleri hakkında neler söylersiniz?
- İnsanın olduğu her yerde çekişme-kavga vardır. İroniyle söylersek; yazarlar zaten birbirlerini pek okumuyorlar, çekişme zemini zaten uzak ihtimal. Her iki kulvarda da edebiyat tarihine geçen büyük kavgalar olmuştur. Geçmişte kavgaların nedenlerine baktığımızda ideolojik tartışmalar ana tema idi. Şairler daha hassas oluyor galiba. Çeteleye dâhil edilmemek, yok saymak, beğeni sorunsalı ve eleştirmek gibi nedenlerle kısır tartışmalar kaçınılmaz oluyor.
Eski-yeni tartışmasında Ziya Paşa’nın kadim şiir anlayışını savunan ‘Harabat’ adlı eseri Namık Kemal’in, ‘Tahribi Harabat’ta ağır eleştirisine maruz kalıyordu. Tanzimat' tan sonra
Şinasi'nin dil tartışmaları, Recâi-zâde Ekrem ile Muallim Nâci arasında, şiir dili ve nazım tekniği tartışmaları, Yahya Kemal’in övgüsüne mazhar olan Ahmet Haşim önceleri sıkı dosttur. Yahya Kemal, Haşim’in şair olmadığını söyleyince araları açılır, Yahya Kemal’in kavgası Haşim ölünce de sürer.
Yine önceleri sıkı arkadaş olup dostluk diyotları yanan kavgalı Peyami Safa ve Nazım Hikmet, Can Yücel ve Edip Cansever, Necip Fazıl Kısakürek ve Nazım Hikmet’in polemiklerini bilmeyen yoktur.
Bu günümüzde de sürüyor, sürecek besbelli.